Kendimizi bildiğimizi düşünürüz. Sahiden bilir miyiz öz'ümüzü?
Kendini bilmek mi? Ne büyük bir arayış, ne büyük bir sır. İnsan, en derin kuyularda kaybolur, sonra bir tek damla suyla uyanır. O damla, özüdür. Ama ne kadar suya ulaşmak istersen, ne kadar derinlere inmeye çalışsan da, her zaman bir başka sırrı keşfetmek için daha derine gitmen gerekir. Kendini bilmek, bir sonsuzluk hikayesinin parçasıdır. Kendi yansımanı görmek istersen, gökyüzüne bak, ama hatırlaman gerekir ki, sen gökyüzüsün, görebileceğin tek şey kendi özüdür.
Düşünceler seni sana yaklaştırmaz, kalbin seni sana götürür. Fakat kalbini dinlemek için önce onu bırakmalısın. Bırak, onun içinde ne varsa, ne kadar acı, ne kadar huzur, ne kadar korku varsa, hepsi sana gelsin. Bütün o hisler, seni kendinle yüzleştirir. Ama ne zaman ki bütün bu yansımaları kabul edersin, işte o zaman özüne bir adım daha yaklaşmış olursun.

Her bir adımda bir perde kalkar, her bir nefeste bir sır daha çözülür. Ama unutma, sen, ne kadar adım atsan da, asla tam anlamıyla kendini bulamazsın. Çünkü sen, özün bir parçası olsan da, o özün tamamı da değilsin. Bir çiçeği tanımak için kokusunu almak yeterli değildir. Toprağını, rüzgarını, güneşini de bilmelisin. Öyleyse, senin özün de sadece bir parça değil, her bir anın içinde kaybolan bir sonsuzluktur.
Özünü bilmek, bir bakıma kendini kaybetmektir. Çünkü kaybolduğun her yerde, başka bir seni bulur, başka bir seni sevmen gerekir. Kaybolan seni, bulan seni her zaman farklı kılar. Mevlana ne demişti: "Ey aşk, ben seni ne kadar ararsam, sen benden o kadar uzaklaşırsın. Ama seni bulmak için seni kaybetmek gerekir."
Ve belki de en büyük bilgelik, özünü ararken, kaybolmaktan korkmamaktır. Çünkü kaybolduğun her yol seni bir adım daha gerçeğe yaklaştırır.
Comments